Neden Sinop?
Aslında bir çok neden vardı. Birincisi orada deniz vardı ki, bir yerde bir deniz varsa bu benim orada bulunmam için yeterli bir neden. İkincisi Türkiye’nin en kuzey ucuydu, ki benim “en” lafını duymam da merakımı deşmek için yeterli bir neden. Üçüncüsü, merak ettim!
Sinop yolculuğum nasıl gidileceği ile başladı. O tarihte havaalanı kapalıydı. Bu yüzden otobüsle gittim. Sinop Birlik 20.30 otobüsü için yerimi ayırttım. Hatta yer yoktu rica minnet ayarladılar, sağolsunlar. Otobüsteki yerimi aldım. Yol uzun olduğundan yanıma kimin oturacağını merak ediyordum. Yanıma çok şeker sarışın genç bir kadın oturdu. Mutluyum, cici birine benziyor. Sonra konuşmaya başladık. Arzu’nun Sinoplu olduğunu ve hatta Sinop Birlik otobüs firmasının sahibinin kızlarından biri olduğunu öğrendim. Sonra bana niye gittiğimi sordu. Gezmeye dedim.
-Tanıdık var herhalde?
-yok.
-Arkadaş filan?
-yok.
Sonunda Arzu’ya sadece meraktan Sinop’a gittiğimi söyledim. Görmek istiyordum. Çok şaşırdı ama bir taraftan da sevindi. Gözlerindeki pırıltıdan anladım. Birileri sizin memleketinizi merak edip geliyor, hoş bir duygudur. Sinop’tan ve başka bir çok konudan bahsederek çok keyifli bir yolculuk yaptık.
Sabah 08.10 gibi Sinop’a vardık. Dönüş biletimi de ayarladıktan sonra beni Örnek Mantı Börek Nokul Salonu’na bıraktılar. Limanı kesen sokaklardan birinde küçük şirin bir kahvaltı salonu. Sonradan adının “nokul” olduğunu öğrendiğim Sinop’a özgü bir çeşit börek ve çay eşliğinde kahvaltımı yaptım. Nokul; peynirli, kıymalı ve üzümlü – cevizli olabiliyor. Hoş hafif bir börek diyebiliriz. Ancak kahvaltı esnasında gazetemi okurum diye düşünürken okuyamadım çünkü gazete 09.30 gibi geliyormuş. Gazeteme saat 11.00 gibi kavuşabildim. Kahvaltıdan sonra deniz kıyısına doğru yürümeye başladım. Önce tersanenin kenarından yürüdüm. Sonra limana geldim. Limanın manzarası bile mutluluğumu arttırmaya yetiyor. Limanda mendirekte yürüdüm ve bol bol fotoğraf çektim.
Sonra Sinop Kalesi’nin bir burcu olan güney burcuna çıktım. Oraya bir kafe, bar tarzında bir mekan yapılmış. Harika bir manzara var. Limana tepeden bakıyorsunuz ancak yine de tarihi dokusu korunsa daha iyi olmaz mıydı? Kalenin diğer bir burcunda da başka bir kafe bar tarzı bir yer vardı.
Gelelim şehirdeki müzelere. Öncelikle Etnografya Müzesi’ni gezdim. Burada bir konağın içi gayet güzel restore edilmiş ve o konakta o dönemki yaşam canlandırılmış. Eski doku korunarak ve hep o dönemden kalan eşyaların toplanmasıyla gayet güzel bir müze oluşturulmuş. Enteresan olan da o dönemin takılarının şimdiki takıların aynısı olması.
Cezaevi hakikaten etkileyiciydi. Görüşlerin olduğu yerler, volta attıkları avlu, banyo yaptıkları hamam. Sanki her an canlanacakmış gibi duruyordu. İnsanların aslında çok da uzak olmayan bir zamana kadar orada kaldıklarını düşünerek karmaşık duygularla gezdim. Hele çocuk koğuşu…. İnsan bir garip oluyor . Duvarlarda hala Atatürk’ün sözleri duruyordu.
Sinop Tarihi Cezaevi turundan sonra meşhur Hamsilos fiyordunu görmeye gittim. Enfes bir kumsalı olan Akliman’a kadar dolmuş vardı. Sapsarı bir kum, sanki bambaşka bir yerdesiniz. Oradan da 15 dakika kadar yürüyerek Hamsilos fiyorduna ulaşabiliyorsunuz. Hem de yol boyunca böğürtlen toplayıp yiyerek. Bu yüzden Ağustos Eylül gibi gitmek lazım. Muhteşem enfes ne desem az kalır hakikaten doğa harikası bir yer. Böyle bir manzara olamaz. Deniz kıyıya doğru girerek girintiler oluşturmuş ve de o girintileri oluşturan kara parçaları ağaçlarla kaplı. Bir süre oturarak manzaranın tadını çıkardım.
Doya doya bakın. Sonra yorgun argın şehre geri döndüm ve Kızılay’ın misafirhanesine giderek orada kaldım. Kışları yurt olarak kullanılan bina yazları da pansiyon olarak hizmet veriyor. Gerçekten pırıl pırıl ve düzgün bir yer. Bunun yanı sıra kalınabilecek bir çok otel de var.
Pazar sabahı kahvaltıdan sonra Ayancık ve Gerze’ye gidecektim. Biri Sinop’un bir tarafında, biri diğer tarafındaydı. Önce Ayancık’a gittim.
Yol boyunca manzara enfesti, kah deniz ve orman bir arada görünüyor, kah sadece orman görünüyordu. O harika manzara anlatılmaz yaşanır. Garajdan sonra yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk sonucu Ayancık’a ulaştım. Küçük şirin bir sahil kasabası. Sakin, sessiz. Sanki Ege ya da Güney kıyılarının Kasım ayındaki halleri gibi sessiz. İskeleye az uzakta olan öğretmenevinde oturdum ve çayımı içip manzaranın tadını çıkardım. Sonra Sinop’a geri geldim. Garajdan tekrar dolmuş ve ver elini Gerze. Gerze’nin küçük bir limanı var ve hakikaten şirin bir ilçe. Limanın hemen yanından genç kızlar ve erkekler denize giriyorlardı, denizi pırıl pırıl. Liman çok şirin.
Kıyıda biraz yüksekte bir yere oturdum. Oradan görünen manzara liman, hemen açığında deniz, sağ tarafında ise dağlar ve tek tük evlerdi. Maalesef Gerze’deki bir çok ev 1956’daki meşhur Gerze yangınında yanmış. Onun yerine belediyenin yaptığı yangın evleri denen evler var. Gerze’nin limanı da çok keyifliydi. Gerze’nin sokaklarında minik bir tur attıktan sonra Sinop’a geri geldim. Zaten yarım saat sonra da otobüs kalktı.
Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuktan sonra İstanbul’a vardım. Hakikaten keyifli , bol manzaralı ve yeşillikli bir hafta sonuydu. Ama Sinop’a bir kere daha gitmeliyim. Erfelek şelalelerini görmek, radara çıkmak, Hamsilos fiyordunda yüzmek için.
Gezin sağlıcakla.
Burcu Oylan
E-mailinizi bırakın, yazılarımızı size ulaştıralım.