Küçük gibi görünen ama Fransa’nın 2. büyük ve en eski şehri Marsilya’ya hoşgeldim.
Uçaktan gördüğüm kadarıyla güzel bir Akdeniz liman şehri. Rüzgarın ve yeşil alanların etkisi ile olsa gerek, daha uçaktan iner inmez hissedilen temiz hava ile ben ve akciğerlerim bayram etti bile.
Eski limandaki –Vieux Port- otelime, havaalanından gara kadar 45 dakika servisle, 15 dakika da yürüyerek ulaştım. Minik ama sevimli bir oda. Sonradan daha iyi anlayacağım üzere, iyi ki şehrin bu bölümünde bir otel seçmişim, her yer yürüme mesafesi.
Eşyalarımı yerleştirir yerleştirmez Marsilyalıların buluşma noktası olan tavandaki devasa aynada birkaç deneme yapmadan tatile başlayamazdım, ayna ayna söyle bana kim daha uzakta.
İlk günden “Bouillabaisse” için Miramar’dayım. Yanında 1 kadeh kırmızı şarap ve Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’ı ile çorba da ritüeli de -pahalı olsa da- harika.
Her şehirde yaptığım gibi ‘burada olsam nasıl bir hayatım olurdu’ diye düşündüm. Sanırım bir balık restaurantında akşam çalışan bir garson olurdum, eski liman bölgesinde otururdum.
2. ve tam gün:
Fransız kadınlar her sabah böyle başlıyormuş güne ve incecikler efsanesine inanarak, sabah kruvasan ve kahveyle güne başladım.
İlk olarak Notre Dame de la Garde’ı bi ziyaret edelim bakalım.1864 yılından Neo-Bizans örneği olan kilise, şehrin şüphesiz en ilgi çekici, hayranlık uyandıran turistik yerlerinden biri. Kiliseyi ziyaret etmek için Le Vieux Limanı’ndan kalkan otobüse bindim. Bilet turist information bürosundan.
Çok değil birkaç saat şehirden uzaklaşıp -ben şehirleri severim, feribotla 2 adaya gittim. Biri tarihi veba hastanesinin olduğu Frioul, diğeri ise edebi kahraman Monte Kristo Kontu’nun kont olmadan önce hapsedildiği If Şatosu’nun olduğu ada (oradan ben bile kaçardım gördüğüm kadarıyla, 14 yıl nasıl kaçamamış anlamadım.)
Ardından Tarih Müzesi (Marsilya’yı İzmir’den gelen Türklerin kurduğunu öğrendiğim iyi oldu. #Türklerheryerde) ve Mucem.
Biraz alışveriş, ismi James Joyce olmayan bir Irish Pub’da mola ve otele dönüş. Marsilya’da olağan bir turistik pazar akşamüzeri anlayacağınız.
Bir de operaya gidebilseydim çok sevinecektim ama daha 1 hafta temsil yokmuş.
3. ve son gün:
Aşırı turistik gezimin son günü.
Sabah erkenden kalktım ve balık pazarına gittim ?? İnsanların yüksek enerji ve zevkle çalıştığı, birbirlerine laf attığı eğlenceli bir ortam hayal etmiştim, ama öyle değildi maalesef. Gel vatandaş vari bile iletişim yoktu. Zaten dedim ya pazar insanı değilimdir pek.
Şehrin ortasında çok büyük bir park var, Longchamp (evet çanta markası olan), tramvayla 3 durakta oraya gittim. Bilet makinası bozuk olduğu ve kozmopolit şehirde İngilizce bilen sayısı bir elin parmaklarını geçmediği halde şanslıydım, bir Fransız edebiyatı genç profesörü olan Louis bana yardımcı oldu, yol boyunca sohbet ettik. Neyse efendim, parkta güneşlenenler, spor yapanlar, çocuk bakıcıları ve çocuklar, yeşillik, tarih.. Gezi Parkımızı düşündüm, ey gidi.
Yürüyerek eski limana inerken katedrali gezme şansım da oldu. Eski hayatımda din adamı falandım sanırım, etkiliyor beni. Santa Maria Del Mar (Barselona) ağlamışlığım bile var.
Dik, dar ve dolambaçlı sokaklar, pastel renkli binalar, esnaf dükkanları, sanat galerileri ile eski şehir La Panier. Biraz Balat’ı anımsattı. Cezayir yemeği yemeden olmaz o zaman.
Şimdi aksam yemeği için hazırlanma ve gecelere akma … Yarın dönüyorum, işler güçler beni bekler.
Dönüş:
Ne iyi etmişim de eski limanda bir otel ayarlamışım. Şimdi otelden ayrılış, deniz kenarında son bir kahvaltı ve havalimanına gidiş.. Sanırım Marsilya’da yapilacak herşeyi yapmış oldum bu 2.5 günde.
İyi tatiller.
Rezan Cezan
Çocukken ne zaman canim sıkılıyor diye babama gitsem, babam bana “can sıkıntısı kuşlar gibidir, hareket etmezsen başına konarlar” derdi. Belki o yüzden bu kadar çok seviyorum seyahat etmeyi. Sonra birlikte bi yerlere giderdik.
E-mailinizi bırakın, yazılarımızı size ulaştıralım.