“Aman Amerika girmeden, her şeyi mahvetmeden Küba’yı görün.”
“Aman turistikleşmeden orijinal halini mutlaka yaşayın.”
Karayipler’deyim ben, değişmek üzereymişim öyle diyorlar. Göreceğiz..
Deniliyor ki, bir ben kalmışım bu gezegende, öyle bir söylenti var. Bu kadar ambargoya, yoksulluğa iyi dayanmış, yine de insanlarıma surat astırmamışım.
Gelin, görün beni. İçin, bağrımdan çıkardığım tütünden elde edilen purolarımı, isterseniz dünyayı unutursunuz romlarım, mojitolarımla.
Ama eminim, hiç birini içmeseniz de başınız dönecek, sarhoş olacaksınız doğal güzelliklerim ve bir o kadar güzel insanlarımla. Rengarenk arabalarım, her bir köşemde şarkı söyleyen, dans eden keşfedilesi yetenekli sanatçılarımla, kendinizden geçeceksiniz.
Gururlu ve yoksul insanların, sadece filmlerde olmadığını kanıtladım ben.
Ve direneceğim elbette..
Kolay kolay kaybetmeye niyetim yok, çünkü biliyorum, her zaman kazanır onur, hiç bir zaman kaybetmez Che’nin ruhu.
Eh, yolculuk biraz uzun oluyor haliyle. Biz Kanada üzerinden gittik. Akşam üzeri vardık Havana’ya, ama ilginç bir şey, ortalık loş. Bildiğin loş. Havaalanı loş, sokaklar loş, şehre geldik, şehir loş. Eh, dedik, tasarruf yapıyorlar herhalde. Ha, bir de havaalanında sıkı bir pasaport kuyruğu olacak, sakın moralinizi bozmayın.
Madde bir: Buna alışın, kaldığınız otelde ya da evde cam olmayabilir, çünkü öyle bir adet yok, çünkü gerek yok. Panjur var işte, demir parmaklık var ya da, neyinize yetmiyor.
Sabah kalktık, doğru rooftaki restauranta. Bizim Antalya otelleri gibi açık büfe bekliyorsanız avucunuzu yalamaya başlayın. İki üç çeşit peynir, birkaç tür reçel fakat bolca unlu mamüller. Bunlar problem değil de, demleme çay yok yahu. Hadi onu geçtim, sallama çay bi garip. Fakat işi bilenler Türkiye’den paket paket çay getirmiş, onların masasına oturduk elbette hep.
Madde iki: Çok seviyorsan çayını götür, peynirini de.
Ama benim naçizane olmazsa olmazlarım şunlar:
-Eski bir Amerikan arabasıyla 2 saatlik bir tur yapın mutlaka.
-Gidebiliyorsanız Hemingway’in romanlarını yazdığı köye (Cojimar) gidin.
-Eşe dosta ya da kendinize hediye alacaksanız resim almanızı öneririm, bolca galeri ve çok yetenekli ressamlar var, fiyatlar da uygun.
-İncik boncuk için koca bir Pazar var: San Jose. Kapalıçarşı balık pazarı arası bir dev çarşı.
-Ara sokaklarda mutlaka bolca yürüyün. Özellikle eski Havana’da. Korkmayın son derece güvenli bir ülke.
-Şunları içmeyenler ülke dışına bırakılmıyormuş: Guarapo, daikiri, mojito, cuba libre ve pina colada. Ha bir de rom alın mutlaka. Mojito için en iyisi 3 yıllık Havana Club’lar, hem pek ucuz.
-Puro: Dikkat, üçkağıtçılar türemiş. Güvenmediğiniz “şahıs”ların gazına gelmeyin. Benim tercihim Cohiba ve Monte Cristo.
-Havana’da İstiklal Caddesi Calle Obispo. Her numara bu caddede. Gece hayatı için La Habana Vieja’da bolca club var.
-Gitmeden önce İspanyolca gündelik dile ait bir iki önemli cümleyi öğrenin, çok işe yarıyor.
-Havana’da şahane restoranlar var ama siz Nardos’u bi kenara yazın.
-Ve buradan giderken bolca kalem, defter, oje, ruj, makyaj malzemesi, kullanmadığınız takı, elbise vs. götürün. Orada yerini bulacaktır, merak etmeyin.
Bir ara Trinidad’ı da anlatırım.
Kasım’da tekrar gidiyoruz, doyamadık yani.
Can Akgündüz
E-mailinizi bırakın, yazılarımızı size ulaştıralım.