Ailece bu seyahate karar vermeden önce oldukça fazla araştırma yapmıştık. 1 yıl önceki Güney Afrika ve Svaziland turundan tadı damağımızda kalan Afrika’yı daha fazla görmek ve daha iyi yaşamak için görülmesi gereken nereler var diye araştırma sonucumuz bizi Tanzanya’ya yönlendirdi.
Tanzanya’ya gitmeye karar verdikten sonra hemen programımızı yapıp arkasına da 2-3 gün dinlenebileceğimiz bir deniz tatili eklemeyi de ihmal etmedik ve Zanzibar adasında karar kıldık.
Eşimin uçak korkusu nedeniyle, pahalı olmasına rağmen direk uçuş olduğu için Türk Hava yollarını tercih ettik. 2 aileyle (Biri 7 yaşında ve ikisi 11 yaşında çocuklarla) yola koyulduk.
Biletlerimizi İstanbul –Klimanjaro gidiş dönüş aldık. Klimajaro havalimanı görmüş olduğum uluslararası havalimanları içinde oldukça küçük olmasına rağmen business lounge bile var.
Klimanjaro’ya vardığımızda rehberimiz bizi karşılayıp Arusha’daki otelimize götürdü. Gece uçuşu olduğu için indiğimizde de hava hala karanlıktı ve çok fazla bir şey göremedik. Ertesi gün Arusha’da kısa bir yürüş turu yaptıktan sonra 1 gece önceki ucuşun yorgunluğunu attık.
Ertesi sabah macera tam anlamıyla başlamıştı. 7+1 kişilik Land Cruiser araçla Manyara Gölü milli parkına doğru yola çıktık. Rehber şoförümüzün ilk uyarısı, kesinlikle etrafa çöp atmamamız ve etrafta çöp konteynerleri olmadığı için araca getirmemizdi. Çöp konteynerleri konulmamasının sebebini ise doğadaki hayvanların bu konteynerler yüzünden doğal beslenmelerini bırakıp bunlara dadanabilecekleri olarak açıkladı. Gerçekten de Tanzanya’da geçirdiğimiz 7 gün boyunca büyük yerleşim yerleri dışında hiçbir yerde tek bir çöp, uçuşan poşet görmedik. Bu sanırım biz Türklere de ders olması gereken bir konu, çünkü bizde doğaya poşet ile çöp atma oldukça doğal bir şey. Manyara gölüne varınca ilk iş piknik yemeğimiz için güzel yüksekte bir nokta bulup yemeğimizi yememiz oldu. Doğal olarak kesinlikle elimizdeki paketleri ve eşyalarımızı masa üstünde biz yokken bırakmamamız söylendi. Çünkü etrafta maymunlar vardı. Daha sonra başladığımız safari de binbir çeşit habitat ve onlarca çeşit hayvan gördük. Yakından ilk kez su aygırını ailece burada gördük. O geceki konaklamamız göle bakan çok sevimli bungalovlarda oldu.
Tanzanya da konakladığımız her yer milli parklar içinde doğayı bozmadan yapılan bungalovlar ya da kurulan çadırlarda olduğu için gece yemekten önce ve sonra muhakkak massailer eşliğinde odalarımıza gidip gelebiliyorduk. Bu da çocukları çok heyecanlandırıyor ve büyük keyif alıyorlardı.
Ertesi sabah kahvaltı sonrası uzun yolculuğumuz başladı. Günü Serengeti Milli parkında sonlandıracaktık. Yine piknik paketlerimizi aracımıza yükledik ve yola çıktık. Milli park girişine kadar yolumuz güzel asfalt bir yoldu ama milli park içinde doğayı bozmak istemedikleri için toprak bir yolda yola devam ettik. Bugünün ilk sürprizi ise Massai köylerinden birinde durup, köy yaşamı hakkında bilgi almak ve onlarla dans edip şarkıllar söylemeye çalışmaktı. Uzun boylu bir ırk olmalarına rağmen kendileri için yapmış oldukları evler inanılmaz derecede alçaktı ama çok rahattı.
Milli park içinde olmaları ve her gün kendi hayvanlarını otlatmak için park içine girmelerine rağmen çocuk çobanların yırtıcı hayvan saldırısına uğramadığını öğrenince çok şaşırdık. Bunun sebebi giymiş oldukları parlak renkli giysiler ve kendilerine has kokuları olduğunu söylediler. Yırtıcı hayvanları artık öldürmelerine izin yoktu ama doğadaki hayvanlara geçmişten gelen bir korku saldıkları için milli park içinde sorunsuz yasayabiliyorlardı.
Yolumuza devam edip biraz ilerde güzel bir yeşil alan içinde (ama bu noktalar rehber şoförümüz tarafından özenle seçiliyordu) piknik yemeğimizi yedik ve çok uzaklaşmadan tuvalet ihtiyacımızı doğada giderdik.
Tekrar yola koyulduğumuzda aniden rehber şoförümüz toprak yoldan ayrılıp bizi doğanın içine doğru götürmeye başladı. Sebebini sorduğumda büyük göçün başlamak üzere olduğu (bizim orada olduğumuz dönem Ocak sonu –Şubat başıydı) ve bu sebepten içerilerde aslanlar görebileceğimizi söyledi. Yaklaşık 20 dakika sonra söylediğinin ne kadar gerçek olduğunu anladık. Bütün etraf buffalolarla ve zebralarla çevriliydi. Biraz daha gidince yaklaşık 10-15 kadar irili ufaklı dişi ve erkek aslanın bir arada yatıp dinlendiği gördük ve oldukça yakınlarına yaklaşabildik. Tok oldukları için bize herhangi bir şekilde saldırmayacakları sadece sessizce onları izlememiz söylendi. Doğal olarak çocukları bu büyük heyecan karşısında sessiz tutmakta oldukça zorlandık. Yaklaşık yarim saat her açıdan fotoğraflarını çektikten sonra tekrar toprak yola doğru yolumuza devam ettik. Yol boyunca etrafımızda değişik cinste geyikler, ceylanlar, zebralar, buffalolar, zürafalar olduğu için kaç kez fotoğraf molası verdiğimizi hatırlayamıyorum. Artık neredeyse kalacağımız çadır kampına geldik derken birden tekrar rehber şoförümüz doğanın içine sürdü ve bizi Afrika’nın meşhur akasya ağaçlarının bir tanesinin çok yakınına götürdü. Biz ne oldu ne gördü diye etrafı tararken bize ağaçta dinlenen Leoparı gösterdi. Bu bizim doğal ortamında gördüğümüz ilk leopardı. Tabi çocuklar yine hareketlendi. İnanılmaz bir şekilde yaklaşık yarim saat onu izleyip çekebildiğimiz kadar fotoğraf çektik. Ama leopar hiç oralı değildi ve ağaçtaki rahat noktasının keyfini çıkarıyordu.
Hava yavaş yavaş kararmaya başladığı için kampımıza doğru yolumuza devam ettik. Çocuklar o gece çadırda kalacakları için çok heyecanlıydılar. Vardığımızda bizi hemen sıcak havlularla karşılayıp hoş geldiniz içecekleri sunduktan sonra çadırlarımıza yerleştirdiler. Amam çadır dedikleri yaklaşık 20 m2 büyüklüğünde içinde bir büyük, bir de küçük yatakları olan, ışığı söndürdüğünüzde dışarıyı seyredebileceğiniz (çünkü bütün gece etraftan havyanların geçtiğini öğrendik) bir bölümü olan ayrıca banyo ve tuvaletin arka tarafta olduğu oldukça geniş, rahat ve konforlu bir çadırdı. Ayrıca bize el telsizleri verip, çadırdan yemek çadırına gelmek istediğimizde aramamızı ve çadırı hiç bir şekilde yalnız terk etmemiz gerektiğini söyledirler. Bu bile çocuklar arasında bir heyecan dalgası oluşturmaya yetti. Çadırdan ayrılmak istediğimizde bir Massaili gelip bizi alıyor ve götürüyor, yemek sonrası da geri getiriyordu.
Gece uyumaya çadırlarımıza döndüğümüzde herkes yattıktan sonra, ben ışıkları söndürüp etrafı gözlemlemeye başladım ve inanılmaz bir şekilde çok yakınımızdan bufaloların, fillerin ve zürafaların geçtiğini gözlemledim. Seyrederken orada uyuyakalmışım.
Ertesi sabah kahvaltı sonrası yine piknik paketlerimizi alıp tam gün Serengetti de safari yapmak üzere yola çıktık. Otlar yüksek olduğu için kesinlikle aracı terk etmememiz gerektiği rehber şoförümüz tarafından bize söylendi. İşte biz o gün ilk defa bir çita avlanırken gördük. Aslanların nasıl birbirinin bölgesine girmediğini ve avlanırken dahi bölgelerini terk etmediklerini öğrendik. O gün boyunca tuvalet için dahi araçtan kimse inmedi. Piknik yemeğimizi dahi aracın içinde yedik. Ben çocukları nasıl sakin tutacağımızı düşünüyordum ama Jeep’in üstü açılıp çocuklar etrafı dürbünler ile ve ellerindeki fotoğraf makineleri ile seyretmeye başladıkları an o günün de keyifli geçeceğini anladık. Gün sonunda çadır kampımıza dönerken dahi hala heyecan içinde daha ne değişik hayvanlar görebilir diye etrafı inceliyorlardı. O gün timsahlar (ki Serengetti’de pek fazla olmadıklarını öğrendik), su aygırları, çitalar, filler, aslanlar, zürafalar, zebralar, geyikler, ceylanlar, buffalolar, sırtlanlar, çakallar gördüğümüz başlıca hayvanlardı. Hiç bir anımız boş geçmedi.
Serengetti’de geçirdiğimiz iki gün boyunca çocuklar sanırım hayatları boyunca kitaplardan okuyarak edinemeyecekleri deneyimler edindiler. Sadece çocuklar mi, bizler de geçirdiğimiz süre boyunca büyük keyif aldık ve bu yaptığımız seyahatin bizim için çok iyi bir seçim olduğunu gördük.
Artık Zanzibar kısmı başka bir yazıya kaldı.
Yeni bir macerada görüşmek üzere.
Yavuz Salatacı
30 yıllık turizmci.
Gezgin blog’dan haber almaya ne dersiniz?
E-mailinizi bırakın, yazılarımızı size ulaştıralım.