Siyah beyaz (SB) fotoğrafları severim. Şu an kaynağını hatırlayamadığım bir yerde okumuştum; siyah beyaz fotoğraf kitabını okumak, renkli fotoğraf ise filmini seyretmektir.
Her kareyi SB fotoğraflayamazsınız, SB fotoğraf siyahtan beyaza bir spektrumu içerir ve çekeceğiniz karede tam siyah da, tam beyaz da olmalıdır. Aksi takdirde tat vermez, eksik kalır. Kontrast olmazsa olmaz. Meşhur film adı gibi ‘’Grinin Elli Tonu’’nu da içermelidir. Bazen de anlatmak istediğiniz şeyi renkler destekliyorsa yine o kareyi SB çekmezsiniz. Daha iyi canlandırmanız için aşağıda Bangkok’ta çektiğim bir tapınağın fotoğrafını ortaya karışık yaptım. O kareyi SB çekmek olmazdı, siz de hak verirsiniz eminim.
Bir duygu anlatmak istediğimde, yukardaki SB skalası da mevcutsa siyah beyazı tercih ediyorum. Renklerin dikkati dağıttığını, duyguların hissedilmesine bir miktar engel olduğunu düşünüyorum.
Bir zamanlar gittiğim Bangkok’tan birkaç kareyi aşağıda bulabilirsiniz. Benim Bangkok’ta gözlemlediğim, genel olarak insanlar -biz Türklerden mutsuz olmasınlar- mutsuzlar. Gerçi 2015 ülkeler mutluluk endeksinde güzel ülkem 106 ülke arasında en mutsuz 76. ülkeyken (kendilerini mutsuz edenleri ısrarla seçme sıralaması yapılsa Türkiye eminim 1. ülke olur) Tayland beni yalanlarcasına 34. sırada yer alıyor. Kim bilir, belki de benim o anki duygularım algıma etki etmiştir.
Bangkok’a gidenler havadaki kokudan şikayet ederler. Bence de o koku gibi, havada biraz da hüzün hissediliyor.
Öncelikle yukarda bahsettiğim fotoğraf siyah beyaz olmalı ya da olmamalı tartışmasının bir örneği. Bence Bangkok’un altın tapınaklarını siyah beyaz anlatmak haksızlık olurdu.
Diğer taraftan Bangkok’da geçirdiğim 2 günde objektifime takılan yüzleri renkli de anlatabilirdim ama bence SB duyguyu ortaya koyma açısından daha isabetli oldu.
Soldaki fotoğraf Bangkok’un dışındaki yüzen pazara, bahçesinden topladığı 3-5 kilo portakalı satmaya götüren yaşlı kadın
Yaşam resmen sokakta. Evlerde mutfak olmadığından mıdır nedir, kaldırımlar yiyecek yapıp satanlarla dolu. Hal böyle olunca yukarıdaki tüpçü de bu kaldırım restaurantlarına tüp yetiştirmekle meşgul.
Otobüs pencereleri, bahsettiğim hüzün her yerde…
Favori restaurantım: SeaFood Market. Sloganları da süper, ‘’Eğer yüzüyorsa biz de vardır.’’ Slogandan da anlayacağınız üzere içerde inanılmaz uzun bir buzluğun üzerinde bugüne kadar gördüğünüz tüm deniz canlılarından bulmak mümkün. Daha önce Jacques Cousteau belgesellerinde gördüğüm deniz canlıları bile ordaydı. 3-5 yiyici arkadaş, ondan bundan derken 5 kiloya yakın deniz canlısı tarttırdık. (Yuh dediğinizi duyar gibi oldum ama buna kabuklar da dahil.)
Bu dükkana girmiş değilim, yol üzerinde ön cephesi olmayan sıradan dükkanlardan bir terzi dükkanı. Akşam ölçünüzü alıyorlar ertesi gün gidip takım elbisenizi alıyorsunuz. Diktirenleri gördüm, sonuç bence gayet başarılıydı.
Beni seven peşimden gelsin dercesine yeşil yanmış hızlıca gidiyor. Ulaşımda motor bizim ülkemize göre çok daha yaygın. Hatta Taylandlı başına 1 motor bile düşüyor olabilir.
Bu harika çocuklarla bir okulun önünden geçerken karşılaştım. Henüz yaşamın zorlukları ile yüz yüze gelmemiş olduklarından halen gülebiliyorlar. Aynı durumu yine Türkiye’de Güneydoğu gezimde gözlemlemiştim. Gülen tek canlı çocuklardı, bir tane gülen anne, baba, dede çekemedim.
Önemli bir hatırlatma; fotoğrafları makinenizin ayarlarını değiştirerek SB çekme şansınız olduğu gibi genelde tavsiye edilen ham (RAW) olarak renkli çekmeniz. Ondan sonra da makinenizle birlikte verilen yazılımlarla ya da elinizin altında varsa photoshop, lightroom, aperture gibi programlarla SB’a çevirmenizdir.
Mustafa Selçuk
Az biraz eczacı, az marangoz, geri kalanı da kendi çapında fotoğrafçı… Siyah beyaz sokak ve yaşam fotoğrafları tutkum
Gezgin blog’dan haber almaya ne dersiniz?
E-mailinizi bırakın, yazılarımızı size ulaştıralım.